Dr. Yusuf Karaçay
İnsanoğlu hayvanın zıddına hem geçmini hemde
gelecekle ruhen ve zihnen alakadar olduğundan bir yandan geçmişde
yaşadikIarini sürekli hatırlayıp musabe eder, bir yandan da neler olabileceğini tahmin etmeye çalışır ister istemez.
geçmişi muhasebe etmek nedenli bir insani davranışsa, geleceği tahmin etmeye çalışmakda
o denli tabii bir meyildir aslında ve tarih boyunca insanlar gelecegimizi bilebilirmiyiz?
sorusuna cevap bulmaya çalışmışlardır. Bediüzzaman bu meyli şu cümlelerle ifade eder:
"Bilirsin ki, en ziyade insani tahrik eden meraktır. hatta eğer sana denilse; Yarı ömrünü, yari malini versen, Kamer’den ve
Müşteriden (jupiterden) biri gelir Kamer’den ve Müşteri’de ne var ne yok, ahvalini sana haber
verecek senin istikbalini ve başina ne geIeceğini dogru olarak haber verecek
merakın varsa vereceksin bu fitri meylin yanı sıra, eskiden beri bütün dinlerin "olacak herşey kader levhalarında yazılıdır, olmadan önce bellidir" inancını bir temel
olarak sunması, bazı sezgileri kuvvetli insanların yaklaşan olayları "hiss-i kablel-vuku" nevinde önceden haber vermeleri ve rüyalarda görülen bazı olayların aynıyla çıkması gibi gerçeklerde insanoğlunun ortak biliç altına asırlarca şu fikri kazanmıştı :
"KADERİ BİLMEK MÜMKÜN MÜ VE NASIL?" ve bundan sonra meraklı insanlar her ipucunu dikkatle
inceleye başlamış, her yerde gaybi işaretler aranmışdır,
Önce ele bakmışdır insaoğlu ve avucundaki ilginç çizgilere gözü takılmışdır. "Bu dercede ayrıntılı ve insandan insana farklı çizgiler sadece avucun açılıp kapanmasını kolaylaştırmak için veya onun sonucunda olamaz, bunların içinde başka bir iş var" demişdir kimileri. Ve dikkatli gözlemler, bu çizgilerin gerek kişiliğei gerek kadere dair işaretle taşıdığını göstermişdir,
Mesela serçe parmağının altından işaret parmağının altına kadar uzana çizgiye "kalp çizgisi" denilmiş, bu çizgi derin ve zincir şeklinde, karışık olan insanların duygusal problem yaşadıkları, his dünyalarının çalkantılı olduğu, düz bir kalp çizgisinin ise istikrarlı, birazda tekdüze bir ruh haline işaret ettiği görülmüştür.
Kalp çizgissinin altında ona paralel olarak uzanan çizgi "akıl çizgsi" olarak adlamdırılmış. Akıl çizgisi uzun ve derin olan insnların zihin kapasitesinin yüksek olduğu; eğer bu çizgi kalp çizgisine paralel çizgisine gidiyor ise mantık ağırlıklı, aşağıya el ayasına doğru eyilimli gidiyor ise sezgi ağılırlıklı bir düşünce yapısını gösterdiği müşahede edilmişdir. Bu çizgi üstündeki kırık ve kıvrımlarında oı bölgeye denk düşen yaşdaki zihni bunalımlara ve köklü fikir değişiklerine işaret ettiği fark edilmişdir.
Baş parma
boydan boya çevreleyip bileğe dogru uzanan çizgi ise “hayat çizgisi” diye isimlenmiş ve pürüzsüz ve uzun bir hayat çizgisi olan insanların uzun ve sağlıklı bir hayat yaşadıkları; bu çizgi üstündeki kırıkların belli dönemlerdeki hastalıklara işaret ettiği gibi pek çok ve hayli ayrıntılı ipuçları bulunmuştur.
Hatta bu konuda İtalyan doktorlarca bir araştırma bile
yapılmış, ölmüş insanların hayat çizgileri ölçülmüş ve hayat çizgisi uzunluğu ile ölüm yaşı arasında pozitif korelasyon olduğu, yani uzun hayat çizgisi olanların uzun yaşadığı tıp literatüründe bile yer almıştır.
Bu üç ana çizgi dışında kalan küçük çizgiler de ayrı ayrı
adlandırılmış (meslek, sağlık,
evlilik, çocuk çizgisi vs.) ve bunlar üzerine de sayfalarca açıklama yapılmıştır.
Elin ve parmakların yapı ve şekilleri de yorumsuz
kalmamıştır tabii ki. Mesela başparmağı küçük olan
insanların hayır demekte güçlük çektikleri, zayıf iradeli oldukları fark edildiğinden, eski Çinliler yabancı ülkelere pazarlık için yolladıkları
elçileri uzun ve kalın başparmaklı kişilerden seçmişlerdir hep. Parmakları geriye doğru fazla kıvrılıp bükülebilen kişilerin ruhsal olarak “elastik”, yani her ortama uyum sağlayabilir yapıda oldukları da bir diğer tesbittir.
Yasin Suresinde geçen “o gün onların yaptıklarını bize elleri anlatır” mealindeki ayeti, bu ilme bir gizli işaret olarak tefsir eden İslam alimleri de bu konuya hayli eğilmişlerdir.
Ve bu “ilim” günümüzde de hâlâ ilgi çekmekte ve insanların çoğu en azından bu çizgilerde bazı işaretler olduğunu için için hissetmekte ve “a be bakayım falına” diyenlere hâlâ el açmaktadırlar.)